Spread the love

YAZI: OSMAN YAVUZ

Bir ara basını bir hayli meşgul etti. Kişisel görüşüm siyasi çevrelerin gündem kaydırmak amacıyla böyle bir teoriyi ortaya atmış olması. Teori diyorum, çünkü ne gerçekleşmesi yolunda kanıtlanmış bir senaryo var, ne de gerçekleşme yolunda kesin bir adım atılmış durumda. Evet, başlıktan da anlaşılacağı üzere konumuz “Yerli üretim otomobil” ve… evet ben buna inanmıyorum.

Basın uzunca bir müddet farklı bakış açılarıyla ve farklı görüşlere yer vermek suretiyle bu konuyu masaya yatırdı. Kimi inandı ve destekledi, kimi inanmadı ve karşı çıktı, ki mi ise tarafsız kalarak farklı kişilerin görüşüyle haberi kamu oyuyla paylaştı. Yerli otomobil üretme fikriyle birlikte doğal olarak Türkiye’nin otomotiv ve sanayi devleri çeşitli fikir ve alternatif çözüm önerileriyle ortaya çıktı, demeçler verdi. Doğal olarak her biri de öyle ya da böyle elini taşın altına koymaya hazır olduğunun altını çizdi. Aşağı yukarı bu tarihlerde iflasını açıklayan Saab’ın satışı gündeme geldi. İş adamı ve girişimci Alphan Manas bu dönemde otaya çıktı ve Saab ile ilgilendiğini açıkladı. Böylece yeni bir soru daha gündeme oturdu: var olan ve bilinen bir markayı satın alıp yola devam etmek mi, yoksa baştan yeni bir marka mı yaratmak? Başardı veya başaramadı, ayrı tartışma konusu. Alphan Manas’ın niyetinde ciddi olup olmadığı da. Belki sadece gündemi doğru değerlendirip kendi PR’ını yaparak uluslar arası piyasalara ismini duyurdu ve bu işten karlı çıkan da sadece ve sadece o oldu.

Gerçekler, gerçekler, gerçekler…

Aslında şu aşamada tüm bunların önemi de yok. Hatta bir otomobili sıfırdan hayata geçirmek için yapılacak yatırımın karşılığı olarak yılda kaç bin otomobilin üretilip satılması gerektiği de değil altını çizmek istediğim husus. Hele ki yerli otomobil projesiyle yılda pazarın %20’si kadar satış gerçekleştirilme hedefinin hayalperestliğini ve iyi niyet yaklaşımını hiiiç kaleme almıyorum bile! Sonuç olarak ne yatırımcıyım, ne girişimci, ne de işletmeci. Ama otomotiv sektörünü yıllardır yakından takip eden biri olarak aslında gözümüzün önünde olan bazı gerçeklerin altını çizmek istiyorum.

Biraz basit bir ifade olacak ama, dünya otomotiv piyasalarında kimin eli kimin cebinde belli değil. Sadece birkaç örnek bile kafaların karışmasına neden oluyor. Bir asırlık dünya devleri bile maliyetleri düşürmek ve karlılığı arttırmak adına işbirliği yapıyor. Hatta ve hatta ikinci dünya savaşında birbirini yiyen ve birbirine düşman olan Fransız ve Almanlar bile artık deyim yerindeyse aynı tastan yemek yiyor. Evet, Mercedes ve Renault işbirliği yapıyor. Renault’nun Kangoo adı altında ürettiği hafif ticari bundan böylece aynı zamanda Mercedes “Yıldız”ıyla Titan adı altında satışa çıkacak. Ford ve PSA’nın yıllardır süre gelen dizel motor ortaklığı, ki 1980’lere kadar dayanıyor, zaten biliniyor. Diğer yandan PSA, yani Peugeot ve Citroen küçük hacimli SUV konusunda Mitsubishi ile ortaklık yapıyor. Fransız PSA’nın el ele verdiği bir marka ise Japon Toyota. Aygo, 107 ve C1 aynı fabrikadan yollara çıkıyor. Uluslararası arenada güç birliklerini en etkin kullananlardan biri de Fiat. Bursa’da üretilen Fiat Fiorino, aynı zamanda Citroen Nemo ve Peugeot Bipper olarak da üretiliyor. Sadece birkaç ay önce yine Bursa’da üretilen Fiat Doblo’nun aynı zamanda Opel Combo olarak da satışa sunulacağı açıklanmıştı. Öte yandan Fiat-GM işbirliği çok daha eskiye dayanıyor. Güncel Fiat Punto ile Opel Corsa’nın platformu ortak. Fiat bunun yanı sıra Polonya’da ürettiği 500 modeliyle aynı bantlardan Ka’yı çıkararak Ford’la diğer yandan Suzuki SX4’le aynı bantlardan indirdiği Sedici’de Suzuki ile de işbirliği yapıyor. Fiat son olarak Chrysler Grubu’nun bünyesine katarak Chrysler marka modelleri Avrupa pazarına Lancia olarak pazarlayarak önemli bir adım attı. Marka birleşmelerini en ektin kullanan isimlerden biri de bünyesinde Porsche, Seat ve Skoda gibi farklı ülkelerin markalarını bulunduran Volkswagen-Audi Grubu. Birim başına maliyeti düşürmenin ve karlılığı arttırmanın belki de en iyi örneklerinden biri bu bence.

Kardeşlik devam ediyor!

Bitti mi? Yo, hayır bitmedi. Renault, kompakt MPV pazarının yaratıcısı ve lideri Scenic’i Dacia Lodgy olarak pazara sunarak maliyeti düşürmenin heyecanını yaşarken, uzun zaman önce Ford çatısı altından çıkan Volvo ise kendi motorlarını geliştirmenin yüksek maliyeti altında ezilmemek için hala Ford’dan motor ve şanzıman almaya devam ediyor. Volvo’nun kısa süre önce “en iyi üçlü” olarak tanıttığı ve S60, V60 ile S80’de satışa sunduğu küçük hacimli dizel motor ve otomatik şanzıman Ford raflarından alınıyor. Ford-Volvo işbirliği platform paylaşımına kadar dayanıyor. C30 ve S40/V40 modellerinin platformu Ford Focus’a aitken, aynı teknik yapı Mazda 3 de kullanıyor. Aslında tüm bu örnekleri satırlarca uzatmak olası, ancak bununla sizleri sıkmak istemem. Bu örnekler Mazda ile Alfa Romeo’nun ortak bir spor otomobil üretme projesine kadar uzuyor da uzuyor. Diğer yandan kendi ayaklarının üzerinde durmayı başaran üreticiler de yok değil. Örneğin BMW ve Mercedes çok önemli paylaşımlarda bulunmadan kendi yağıyla kavrulanlardan, ancak onlar da üretimde kullandıkları parçaların büyük bölümünü başka ülkelerdeki yan sanayicilere ürettiriyor, ki Türkiye olarak bu yan sanayicilerin başında geliyoruz. Yani aslında yüzde 100 yerli diye bir şey yok. Zaten içinde bulunduğumuz küreselleşme ortamında olamaz da.

Aslında Türkiye otomotiv endüstrisinin hiçbir dış kaynağa veya yardıma gerek duymadan %100 yerli bir otomobil üretebileceğinden eminim. Sahip olduğumuz bilgi birikimi, deneyim ve altyapı kadar nitelikli ve özveriyle çalışan otomotiv sektörü çalışanları ve mühendislerine de bu konuda güvenebileceğimizden de eminim. Ama yerli otomobili hayata geçirmek yetmiyor, yapılan yatırımın geri dönmesi bir yana sistemin kendi kendini çevirmesi bile Türkiye otomobil pazarında uzak bir hayal niteliğinde olan satış adetlerinin gerçekleşmesini gerektiriyor. Yani üretimden satışa her alanda mutlaka birilerine, daha doğrusu diğer ülkelere omuz yaslamak gerekiyor. Hele diğer ülkelerin bu işte bizden yıllarca önde olduğu göz önüne alınırsa.

Dolayısıyla; Yerli otomobil mi? Hayal alemini bırakıp gerçek dünyaya dönelim. İster globalleşme deyin, isterse de küreselleşme günümüz dünya ekonomisinde yüzde 100 yerli diye bir şey yok ve olamaz da. Eğer olsaydı, yukarıdaki örnekleri kaleme alamaz olurdum.

 

Did you like this? Share it:

  1. Evet, parça paylaşımı konusunda doğru demişsiniz. Hükümetin gündem değişikliği yaratmak için ortaya attığı bir konuydu sadece. Eğer hükümet bu konuda samimi olsaydı, şu anda nihat ergün man’a yatırım için teşvik vermek yerine. Eskişehir’de gerçekleştirilen Türkar’a ya da Bursa’da gerçekleştirilen Turcoto’ya destek verebilirdi. Ya da en kötü ihtimalle 2 milyar dolara malezya hükümetinin Proton’u kurması gibi devlet çatısı altında bir otomobil firması kurabilirdik. Hükümetin o işlere ayırcak parası yok demesin kimse F-35 projesi için gayet 13 milyar dolar yatırdık ya da yatıracaz. İran bile kendi otomobillerini gayet son teknoloji donanımlarla üretiyor ve üzerindeki motor da yerli üretim (alman F.E.V motorteknik yardımı ile 80 milyon dolar’a üretti, motor tasarımında PSA grubunun TU motorları örnek alındı çünkü İkco’lar Peugeot altyapısını kullanıyordu). En azından biz bu kadar yol bile kat edemedik. Çünkü İran’ın sanayicisi montajcılığın yanında bundan edindiği tecrübe ve devlet desteği ile yerli otomobilini üretmeye başladı. Bizimkiler ise elini taşın altına koymaktan aciz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Instagram has returned invalid data.

Bizi Takip Edin.